29 Temmuz 2016 Cuma

SEYYİD KUTUB TEFSİRİ\8-inçi-cilt

Fikirler hayatın malı oldukları müddetçe yaşarlar.Ortaya atılan her fikir toprağa serpilmiş tohum gibidir.Tohum toprakla temas kurup,güneş enerjisinden istifade ettiği müddetçe yaşama gücüne sahip olabilir.Fikir de böyle...Hayatın içinden geldiği.hayatla irtibat kurabildiği ve hayatın malı olduğu nisbette hayatta kalabilir.Hayatın malı olmamış fikirler,toprağa kök salmamış tohumlar gibidir.Mutlaka bir gün kurumaya mahkümdür.









Allahüteâlâ’nın rızık veren yegâne yaratıcı olduğunu kabul etmek, zaruri olarak yegâne tapınılması gereken mabut olduğunu kabullenmeyi gerektirir peşisıra. Ve insanların hayatında O’nun hükmetmesini icabettirir... Bu Rübûbiyet ve mabutluğun vasfı arasında O’nun bütün insanlara bahşettiği rızıkları vermesi de gelir. Ve O’nun rezzaklığı gökle yer arasında bulunan bütün varlıkları kaplar...
Cahiliyet devri arapları da Allah’ın varlığını kabul ediyorlardı. Yegâne yaratıcının ve rızık verenin Hakteâlâ olduğunu itiraf ediyorlardı. Tıpkı'günümüzde kendilerine müslüman adı veren kimselerin yaptıkları gibi... Ne vâr ki. onlar bunu kabullenmekle bîrlikte Allah’ın verdiği rızıkları helâl veya haram saymak hususunda kendiliklerinden hükümler veriyorlardı. Nitekim günümüzde de kendilerine müslüman adını veren bir takım kimseler aynı şekilde kendiliklerinden hükümler koymaktadırlar... İşte Kur’anı Mübîn, içine düştükleri tenakuzları yüzlerine vuruyor onların. Bir yandan Allah’ın varlığını kabul edip, yaratıcılığını ve rızık verici olduğunu söyleyerek diğer yandan da Allah’tan başkalarının koyduğu nizamlara bağlanmalarını, içlerinden birisinin vazettiği hükümlere boyun eğmelerini bir tenakuz örneği olarak yüzlerine vuruyor. Bu o kadar çirkin bir tenakuz örneğidir ki kendilerine müşrik vasfı vermektedir. Ve gerek bugün, gerekse yarın herkim aynı şeylere tevessu ederse onlara da aynı şekilde müşrik damgasını vurduracak bir çelişkidir bu... Adlar ve armalar ne kadar değişirse değişsin... İslâm bizzat yaşanan bir vâkıadır, mücerret bir ünvan veya alâmet değildir...

Hem o cahiliyet devri araplan da tıpkı günümüzde bir takım kendilerine müslüman adı verilenlerin sandığı gibi yaptıklan bu haram ve helâl işlemine Allah’m müsaade ettiğini sanıyorlardı. Veya bu yaptıkları şeye Allah’ın emirleri, buyruklan diyorlardı...
*****
“Allah şunu istiyor, şunu istemiyor” diyorlardı onlar. Böylece il" tira ediyorlardı Allah’a... Tıpkı günümüzde bir takım kimselerin kendilerininmüşlüman olduklarını iddia edip te kendiliklerinden hükümler koyarak Allah’ın buna müsaade ettiğini söyleyenler-gibi...

Allahüteâlâ, burada onlara doğrudan doğruya iftira ettiklerini bildirerek karşılık veriyor. Sonra da soruyor onlara: “Allah’a karşı yalan uyduruyorsunuz, siz kıyamet günü ne olacağınızı sanıyorsunuz bu hâlinizle?”».

“Allah’a karşı yalan uyduranlar, kıyamet günü ne olacağını sanıyorlar?”.»

Kullanılan gâip sığası bütün Allah’a yalan, iftirada bulunanlar^ birleştiriyor ve aynı hizaya getiriyor. Görüyorsunuz ya onlar ne sanıyorlar?... Kıyamet günü durumlarının ne olacağını zannediyor onlar?... Bu öyle müthiş bir sualdir ki, karşısında değil et külçesinden ibaret olan insan kümeleri, kaskatı dağlar bile erir...

“Doğrusu Allah insanlar hakkında lütuf ve inayet sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler.”...

Gerçekten lütuf sahibidir Allah, insanlara. Bu kâinata tevdi ettiği nzkıyle lutufkâr olduğunu göstermiştir kullarına karşı. Ayrıca n-zık kaynaklarını keşfedebilecek bilgi kaynaklan da vermiştir insanlara. Bu nzık kaynaklarında geçerli olan kanunlan da öğrenme kabiliyeti vermiştir. Bir de bu nzıklann çeşit çeşit, şekil şekil olduğunu bildirerek bu değişik şekillerin tahlil ve terkip yollarını göstermiştir... Bütün bunlar bu kâinatta yer almış olup, Allah tarafından kullarına ihsanedilmiş birer rızıktır.

Bundan ayn olarak ta Allah kullarına karşı fazl u inayet sahibidir. Ki onlara doğru yolu gösteren ve kalplerdeki dertlere deva olan şu mübarek nizamını Kur’an’ını inzâl buyurmuştur. Bununla insanların doğru ve sağlam bir hayat nizamına ulaşacaklarını bildirmiştir. İnsanlar bu hizamda insanlıklarının en iyi değerlerini ve kabiliyetlerini bulurlar. Duygu ve yöneliş yüceliği elde ederler. Ve bu nizamla hem dünya, hem de âhire tin hayırlarını birleştirirler. Ayrıca kendi fıt-ratlariyle ve içinde yaşadıkları, birlikte faaliyet icra ettikleri kâiana-tın fıtratiyle uygunluk temin ederler...1
***
Şu kadar var ki, insanlar yine de şükretmezler. Gerek bu tür, gerekse o tür nzıklardan dolayı ifa etmeleri gereken şükranı nimet vazifesini yerine getirmezler. İşte görüyorsunuz ya Allah’ın nizamından ve şeriatından yüz çeviriyorlar. Allah’tan başkasını ona denk ve eş koşuyorlar... Sonra da bütün bu kötülükleri irtikap ediyorlar... Şakâvete dalıyorlar, çünkü bu göğüslerde bulunan dertlere deva olan Kitabı Mübîn’den faydalanma yoluna gitmiyorlar.

Gerçekten de bu ifade son derece derin bir gerçeği, son derece hayretengîz şekilde belirtmektedir... Hattâ bu Kur’an kalblerde bulunan dertlere devadır. Her türlü anlamıyle bir devadır bu kitap... Bu Kur’an insan kalbinde tıpkı devanın, ilâcın vücutta yavaş yavaş yayılması gibi yayılır. Gizli ve hayretengîz bir güce sahip olan son derece müessir toniyle hasta vücuda sirayet eder. Fıtri alıcı verici cihazları uyaran, açan, alıp vermeye hazır hâle getiren tevcihatiyle kalbin içine sızar... İnsan topluluklarının günlük yaşayışında mümkün olan en uygun birleşmeyi sağlayan ve teminat altına alan tanzimatı ile harekete geçer kalbin içinde... Gönüllere huzur saçan ve Allah’a karşı güven oluklarını akıtan güven verici duygulariyle birlikte yürür. Allah’ın verdiği cezanın âdil olacağına, haynn mutlaka galip geleceğine ve neticenin muhakkak inananların lehine olacağına güvendiren bir duygu iklimi temin eder...

Bu o derece üstün bir ifade tarzıdır ki, yığınlarca anlam ve işaretlerle birlikte bir o kadar anlam ve işaretler taşır da insan oğlunun zavallı kalemi onu yazıya dökmekten âciz kalır... İşte böyle bir fevkaladeliği dile getiriyor şu kısacık âyeti kerime...

ALLAH’I BİLMEK

Şükretmez onlar... Onların gizli açık her şeylerini bilmektedir Allah. O’nun bilgisi o kadar ihatalıdır ki, hiç bir şey Ondan kaçmaz ve uzakta kalmaz. Yerde ve gökte bir zerre miktarı da olsa bu bilginin hudutları dışında kalan şey yoktur... İşte âyetin akışı içerisinde vicdanlara ve duygulara hitap eden yeni bir temas daha... Bu temasta gerek Resulullahı ve gerekse ber. berindekilere Allah'ın riayetinde ve emniyet ikliminde olduklarına güvendirme havası hâkim, öyleyse yalancıların yalanı ve Allah’tan başkalarını O’na ortak koşanlann şirki hiç bir zarar vermez onlara:
***
61 — Ne iş yaparsan yap ve ona dair Kor’andan ne okursan oku, sisler ne yaparsan« yapın, bir işe daldığımı vakit biz başımı ucun* da şahidiz. Yerde ve gökte hiç bir zerre Rabbinden gizli değildir. Bundan daha küçüğü de, daha büyüğü de şübhesiz apaçık kitaptadır.

62 — Jyi bilin ki, Allah’ın dostlarına hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.

63 — Onlar iman edip takvaya ermiş olanlardır.

64 — Onlar için dünya hayatında da, âhirette de müjde vardır. Allah'ın sözleri değişmez. Bu, büyük saadetin ta kendisidir.

65 — Onların söyledikleri sözler seni üzmesin. Bütün kudret ve satvet yalnız Allah’ındır. O Semi ’dir, Alîm ’dir.

66 — İyi bilin İd, göklerde ve yerde kim varsa, hepsi, Allah’ındır. Allah’dan başkasına tapanlar hakikatte Allah’a koştukları ortaklara tâbi olmuyorlar, onlar ancak bir takım zanlara kapılıp uyuyor ve ancak yalan söylüyorlar.

67 — Size geceyi dinlenesiniz diye karanlık ve gündüzü çalışasınız diye aydınlık olarak yaratan Allah’tır. Kulak veren insanlar için bunlarda ibretler vardır...

Bu âyeti kerimelerden birincisinin tasvir ettiği şekilde bir Allah mefkûresi: “Ne iş yaparsan yap ve ona dair Kur’an’da ne okursan oku, sizler ne yaparsan« yapın bir işe daldığın« vakit biz başınız ucunda şahidiz.”... Evet böyle bir duygu, güven verici olduğu kadar insanı ürperten, ünsiyet temin ettiği kadar da korkutan bir duygudur... İnsan adı verilen şu mahlûkun kendi işleriyle uğraşırken Allah’ın da kendisiyle birlikte olduğunu hissetmesi, yanında hazır ve durumunu müşahede etçiğini kabul etmesi ne büyük bir şeydir?... Evet bütün azameti ve heybetiyle bunca ceberûtiyeti ve kudretiyle Allahüteâlâ’-nın kendisiyle birlikte olduğunu hissetmesi... Şu kâinatı yoktan var den Hakteâlâ’nın kendi işiyle ilgilendiğini kabul etmesi... Şu koca dünyaları idare eden yüce ve büyük zatın kendi yanında olduğunu bil' mesi... Allah... Şu beşer denilen yaratıkla birlikte... Evet şu feza de- A nilen boşluğa fırlatılmış bir hiç plan mahluk ile birlikte... Onu tutu- j yor, koruyor ve muhafaza ediyor... Gerçekten de son derece müthiş bir duygu bu... Ne var ki, korkunçluğu ve dehşetliği nispetinde de insana ünsiyet ve güven veren bir duygu... Şu halde bu feza boşluğu-














































































































































































































































































1 yorum:

  1. https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=163130674138342&id=100013242319421

    YanıtlaSil